Kasım 2024
“Esas düşünmem gereken şey, alışılagelmiş, kalıpların dışında bir aşk yaşamaya cesaretim var mı? Ben, ki bu kadar aşk üzerine düşünmeyi seven biri, kalıplarımı yıkmaya hazır mıyım? Baştan kurabilir miyim bu oyunu kendim için?“
Özgürlük uğruna yaptığımız çoğu şeyin arkasında bir teslim olma arzusu yatıyor. Özgürlüğe tahammül ediyoruz; günün sonunda uğruna boyun eğecek bir şey arıyoruz. Tanrı, ideolojiler, bedensel arzularımız; uğruna yaşayacağımız, bizi boyunduruğuna alan ve bize kim olduğumuzu söyleyen bir nokta arayışındayız hep. Bazen kendimize yalanlar söylüyor, bu boyunduruktan kaçmak için yasaklar koyuyoruz kendimize: “Ben hiç günah işlemeyeceğim, ben hiç sevişmeyeceğim, ben kıskanmayacağım, tüketmeyeceğim.”
Kendini gerçekleştirdin mi? Daha çok sen oldun mu arzularına yenik düştüğünde? Arzularına yenik düştüğünün farkında mısın? Aynaya baktığında gördüğün kişi sen misin, ki başka kim olabilirdi ki? Arzularınla yüzleştiğinde nefret ettin mi kendinden, yoksa onları bir parçan yaparak yaşamaya hazır mısın?
“Beklemeyi sevmiyorum. Bacaklarımı sallıyor, ellerimi kemiriyor, çocuk gibi tepiniyorum yerimde. Ben Sisifos olamıyorum; seni özlerken bu özlemin kendisinden tat alamıyorum. Belirsizlik içinde kendimi sıkışmış hissediyorum. Ara tonlardan haz etmiyorum; en büyük dostum siyah ve beyazlar. Ya kendimi tamamen adadığım, ya da zerresini bırakmadığım bir aşk yaşıyorum. Bizi düşünürken bile bizi ying-yang’a benzetiyorum. Seni düşünmek ağzımda limonlu kek gibi bir tat bırakıyor, seni düşünmenin tatlı sıcaklığını atamıyorum ağzımdan.”
Bazen kendimizi tanımlarken kurduğumuz cümleler, kim olduğumuzdan çok kim olmak istediğimizi içeriyor. Kendine karşı dürüst olmak tahmin ettiğinden çok daha zor; ben kim olduğumu nereden bilebilirim? Ben kendimi tanıyabilir miyim ki seveyim kendimi?
Benim en büyük arzum, bu dünyanın yalnızlığını üzerimden atabilmekti. Ben kendime yıllar boyunca yalanlar söylemişim; ben bir aile kurmak istiyormuşum. Ben sırtımı yaslamak, güç almak, bu aldığım güç ile dünyayla savaşmak istiyormuşum. O eleştirdiğim her şeyi içten içe hep arzuluyormuşum; aşk beni değiştirsin, gözümü kör etsin istiyormuşum. Biraz olsun kendimden çıkmak, başka bir kalpte var olmak istiyormuşum. Keşke bu kadar fısıldamasaymışım bu arzularımı.
“Tek başıma varolmaktan çok korkuyorum. Tek başıma acı çekmekten çok korkuyorum. Hislerim o kadar yoğun ki, tek başıma bu hislerle ne yapacağımı bulamıyorum. Nereye koyarım bu hisleri, nasıl başa çıkarım bilmiyorum. Ayrı köşelerde beraber aynı duyguları hissetmek istiyorum. Veya yalan söylüyorum sana; bir tane köşede, yekpare duygularımızı, bir bedenmiş gibi hissetmek istiyorum. Konunun seninle alakası olmadığını ne zaman anlayacağım? Seni nasıl tek başıma sevebilirim sen yokken?”
Bana dağlarda topladığın çiçekler, benim için aradığın taşlar, gönlüme koyduğun cesaretin için teşekkür ederim. Bu defteri artık kapamam lazım, biliyorum. Daha fazla konuşmak hiçbir yere götürmüyor insanı. Konu hiçbir zaman kelimelerin sayısıyla ilgili değildi. Konu aşktı; eylemin kendisiydi. Sana kendimi gösterebilmeyi çok isterdim. Ben seni gönlümce yaşadım; düşüncelerini tattım, aşkımıza vardım. Senin de beni yaşamanı, kendimi sana göstermeyi, renklerimle odayı doldurmayı isterdim. Bizim yatağımız, bizim tişörtlerimiz, ve de biz.
Sana veda ediyorum ama emin ol aşk öyle kapanan bir kapı değil. Benim gönlümde senin aşkın yaşıyor; bazen kapandığını iddia etsem bile insan boğazındaki yumruyu nasıl inkar edebilir? Şu an çok daha kolay geliyor sadece; nefes almak gibi geliyor seni sevmek.
Ben seninle bir ev kuramam. Sana bağırmak isterken kapatamam ağzımı kendi ellerime, sana ulaşmaya çalışan ellerimi saklayamam arkamda. Bizi yaşamak isterken kendimi bundan geri tutamam.
Bu ilişkinin beni, benim ben olmadığım bir kara deliğe sürüklediğini düşünüyorum. Bu kara delik bir karabasan gibi beni doğduğum günden beri takip ediyor; en ufak bir konfor alanında beni kollarına alıp kulağıma yalanlar fısıldıyor. Ben o yalanları masal gibi dinleyerek uyuyakalıyorum onun sıcak ellerinde. Hayatım boyunca her konfor alanı bana bunu hissettiriyor; hemen kim olduğumu, nasıl varolduğumu unutmaya teşne oluyorum.
İyi ki hayatıma girmişsin, kalbime böyle bir aşkın girebileceğini öğretmişsin. Sevginin sakinliğini, sabrını öğrettiğin için çok teşekkür ederim sana. Gözümü artık bu kapıdan ayırmam lazım; kendime bakmak için senin bir daha hiç gelmeyeceğine dair inanca ihtiyacım var. Kapı hiçbir yere kaybolmadığı için ben gidiyorum; artık çalsan bile açamayacağım bir yere. Bence aşk tüm zorlukları yenerdi, anlamsız, kalıplara sığmayan bir şeydi aşk benim için her zaman. Gözyaşlarımı senin kalbine döktüm, sen her zaman senin için dökülen gözyaşlarını bilmeyi haketmiştin. Bol bol öptüm, kalbime koydum, hala arzuladım seni. Ama bu benim aşkım değil, üzgünüm.
Ben mantıksız, belki yanlış, kendime hakim olamadığım ve beni dönüştüren bir aşk arıyorum. Beraber daha çok kendimiz olabileceğimiz, saçmalıklara izin vereceğimiz, anlam aramayacağımız bir aşk arzuluyorum. Sana karşı kalbimde en ufak bir kırgınlık yok; sen sensin, ben benim ve biz ikimiz de çok güzeliz. Kendime yalanlar söylediğim yaşları geçeli çok oldu; ancak kendimi olduğum gibi sevebilirim. Ben değişmeyi ancak doğal akışında istiyorum.
Her zaman kalbimde çok özel bir odan olacak; evim evin, kalbimin bir parçası senin, ve ben her zaman derdini dinlemek, seninle gurur duymak ve seni olduğun kişi için alkışlamak için orada olacağım. Her ihtiyaç duyduğunda bana ulaşabilirsin, kalplerimizin paylaştığı duyguların değerini asla tavan arama atamam. Kendine iyi bak, kalbinde kalmış aşkımıza da öyle, ama artık gerçekten gidiyorum. Seni seviyorum, hep seveceğim.
Bugün dört anlaşmayı okudum. Öğrendiğim en önemli şey asla kendime yalan söylememek oldu. Kendime yalan söylemediğim için çok seviyorum kendimi, seni şu an isterken herhangi biri olduğun için değil, aşkımızın her şeyi aşmasını istediğim için istiyorum. Kendi göğsümü, bacaklarımı seviyorum bu aralar, kendi fikirlerime, olduğum insana bayılıyorum. Sana sayfalarca mektup yazıp tanımadığını düşündüğüm o Deniz’i anlatmak istiyorum. Ama tanısan ne değişirdi bilmiyorum. Benim aşkım buydu, aynı senin aşkının da böyle olduğu gibi. Keşke daha çok duygularımı açabilseydim sana, bazı açılardan sabrı susmakla karıştırmışım. Emin ol hala anlamıyorum neden beni böyle öptün, böyle öperken neden bırakıp gittin, böyle ağlarken nasıl dayanabildin bensiz olmaya? Bilmiyorum. Sorularımı sana sormadan tahminlerde bulunmak istemiyorum artık.
Doğru zaman diye bir şey yoktur; çünkü en olduğumuz nokta hiçbir zaman yoktur. Biz zaten olduğumuz haliyle en gerçek halimizdeyiz, bu durumlar içindeyken en çok çaba harcayan halimiz de buydu belli ki. Aşkın beni şaşırtan yanına bayılıyorum, seni hatırladıkça limon ekşiliği geliyor ağzıma. Daha önce yazmıştım; seni sevmek ağzımda her zaman limonlu kek tadı bırakıyor.
Yours truly and always,
Deniz