Belki

Kendi hayatımda zaman yolculuğu yapabilmeyi hep çok isterdim. İyi hissettiğim, güvende hissettiğim anlara geri dönmek, kokuyu tekrar içime çekmek, tenimde güneşi hissetmek ve o hissi tekrar yaşayabilmek için. Geçmişe dönüp baktığımda, kalbimde hissettiğim o düğümün neredeyse her anımda içimde olduğunu görebiliyorum. Çok küçük anlarda o düğümün orada olmadığını hissetmiştim; gerçekten ben gibi hissettiğim, güvende hissettiğim çok az an vardı.

Geçmişe döndüğümde aşklarım üzerine çok düşünüyorum. Kendime artık bunları düşündüğüm için kızmıyorum, çünkü aşık hissetmenin benimle özdeşleşen bir tarafı var sanki. Sanki bu satırları yazarken içimde bir yerde kendimi arıyor gibiyim; insan kendi içinde kendini kaybeder mi?

Yeni bir güne uyandığımda kendimi sevmek istiyorum bazen. Saçlarımı, yüzümü, göbeğimi sevmek istiyorum. Kendi elimden tutup burada olduğum için ne kadar mutlu olduğumu söylemek istiyorum kendime. ‘Hep buradaydın ve hep yanındaydım, aslında hiçbir zaman tahmin ettiğin kadar yalnız değilsin.’

Bir şey arıyorum. Bu aradığım şeyin ne olduğunu bilmeden sahnenin her yerine bakıyorum sanki. Stanislavski’nin bir çalışmasında gibi hissediyorum kendimi. Oyuncuya sahneye bir cisim sakladığını ve onu aramasını söylersin; oyuncu cismin orada olmadığını bildiği için arıyor-muş gibi yapar. Sonra ona aslında gerçekten bir cisim sakladığını söylersin ve o zaman gerçekten aramaya başlar; perde aralarına, koltuklara, sahne parkelerine detaylıca bakar. Oysa ki cisim hiçbir zaman orada değildir-ya da belki oradadır fakat hiçbir zaman bulunmayacaktır- ama gerçek olan tek şey oyuncunun o arayışıdır. Aradığım şeyi tanımlayamamakla birlikte gerçekten aradığımı biliyorum; tüm anılarımı karıştırıp, duygularımın arasına ellerimi sokup, kendi denizimde boğulup, gözyaşlarımı tenimde hissederek arıyorum o bir şeyi.

Aradığım şeye aşk demeye gidiyor dilim bazen. Ama bu aşk bir kişi değil, o duygunun kendisi sanki. Ben olduğum, gönlümde aşkı hissettiğim, kendimi aştığım ve bazen dünyaya karıştığım, evreni kalbimde taşırken bile kuş gibi hafif hissettiğim o hissi bulmak istiyorum. Bu aşkı bir ilişki içinde bulmaya çalışmıyorum, bulmaya çalıştığım şey bana o aşkı hissettirecek bir insan, bir mekan, bir şarkı veya bir şiir değil. Ben o aşkın kendisi olabilmek, aşkın olabilmek istiyorum. Kendimi aşan, denizleri aşan, boğulmaktan korkmayan, düşünce canı yanmayan, elleri kanamayan biri olmak belki de.

Bazen ellerim kanıyor, kanasın istemiyorum. Düştüğüm zaman bacağım acısın istemiyorum. Ağladığım zaman yanaklarım kaşınıyor, nefret ediyorum bu histen. Küçükken annem bana senin kalbinde masum üfürüm var demişti. Kalbimde küçük bir delik varmış, doğuştan gelen. Hep kalbimi hayal ederdim; deliği anlamaya çalışır, boyutlarını düşünür, onun yarattığı boşluğu hissedebilmek isterdim. Zamanla masum üfürümler kapanırmış, öyle demişti annem; o delik artık kaybolur, kalbin kendini tamamlar ve büyürsün. Belki de doğduğum andan beri kalbimde olan o deliği anlamaya, onu tanımlamaya, hissetmeye çalışıyorum. Çünkü kalbim acıyor, acısın istemiyorum. Acısına sebep olan şeyi bulamadığım gibi ona nasıl iyi geleceğimi de bilmiyorum. Kaybolmaktan korkuyorum, korkmak istemiyorum. Kendi küçüklüğümden, hayal gücümün büyüklüğünden, insanların öldüğü sokaklardan, kalabalık otobüslerden, bana bir zamanlar sevdiğim insanları hatırlatan kokulardan çok korkuyorum.

Hayatımı açık denizlerde bir gemiye benzetiyorum. Her zaman dümende benim ve sevdiğim insanların eli vardı. Ailem, arkadaşlarım, aşklarım, hiçbir zaman yalnız bırakmadılar beni. Ankara’dan ayrılırken herkese ‘ben yapabilirim’ dedim; ‘tek başıma bu dümende durabilirim’. Aslında kimse yalnız bırakmadı beni; ben yalnız kalmayı istedim. O dümende tek başıma olmayı, engin denizleri aşmayı, dalgalarla boğuşmayı ve sonra o fırtınadan çıkınca kendimle gurur duymak istedim. Belki de başarıyorum, sadece zorlanıyorum, bazen çok korkuyorum ama genellikle çok güçlü hissediyorum.

Belki de doğuştan

Tüm ilişkilenmelerim için

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.