Kuş Ötüşü

Seni kaybetmemek adına, seni benim bile nereye koyduğumu unuttuğum yerlere saklamışım. Öyle ki, şimdi aradığımda bulamıyorum seni; ihtiyacım olduğunda evimi yerle bir ediyor, yine de sana dair en ufak bir ize rastlayamıyorum. Sonra tam sen aklımdan çıktığında, hiç olmadık yerlerden çıkıveriyorsun. Seni gördüğümde yüzümde buruk bir gülümseme oluyor.

Bazen çok korkuyorum. Yeşermekten, solmaktan, büyümekten ve aynı kalmaktan, hiç değişmeyecek yanlarımdan ve bir daha asla eskisi gibi olmayacak ellerimden çok korkuyorum. Kendim ve ben olarak yolumuza devam ediyoruz, önümüze daha nasıl güzel ağaçlar çıkacak, kim bilir? Daha kaç ağacın gölgesinde dinlenip kaç ağacı benim ilan edeceğim bilmiyorum. Taşı bol toprak bir yolda yürüyorum, parmaklarımın arasına toprak girdi, ciğerlerim toprakla doldu, taşlar bazen parmaklarımı acıtıyor, ama yürüyorum. Hep hayalimde aynı ormanda yürürüm biliyor musun? Yürüdüğüm ormanın da taşları hep soğuktur, hep güneş batmıştır, hava kararmak üzeredir ama ben hala yönümü bulamamış olurum hayalimde.

Anların ve mekanların tanıdık bir tadı var ağzımda. Daha önce geçtiğim sokaklardan, daha önce oradan geçen Deniz’leri topluyor, onları duvara çivileyip koleksiyon yapıyorum. Daha önce geçen Deniz’leri içimde arıyor fakat bulamıyorum. Anılarımın sahibi ben miyim, yoksa sadece bir süre taşıyıcısı olmak mı bahşedilmiş bana?

Burnumda İstanbul kokusu var, daha doğrusu Kadıköy gibi kokuyor şu anda hayat. Öyle bir yalnız, kalp ağrısı gibi kokuyor sadece. Ankara’ya bu kokuyu nasıl taşıdım bilmiyorum, belki bulutlar gelirken İstanbul’un üzerinden geçerek oradaki Deniz’i buraya taşımışlardır. Neden oradaki Deniz’i bırakamıyorum?

İşin ilginç tarafı, ilk aşkımı sevdiğim gibi seviyorum seni. Seni sensizken daha çok seviyorum. Fotoğraflarına bakmak, olduğumuz ve olabileceğimiz halleri düşlemek, kalbimde hayalimdeki seni büyütmek daha kolay geliyor bana. Sokaklarda yürürken, kahvaltımı yaparken, gece kafamı yastığa koyduğumda, başka elleri tuttuğumda seni düşlemek istiyorum. Bir şekilde içimde seni yeşerttiğim fidanlık besliyor beni.

“Sonra bir gün aşka yaklaşıyorum, en ufak kıvılcımla eriyor bütün örgülerim. Hemen saçaklarım dökülüyor, beni saran yapraklar sararıp dökülüyor, sarmaşıklarım hemen başka bir beden için terkediyor beni. Sevginin, sevilmenin, sevilecek yanlarımın hep rengini tanımlamak istemiş, kendimi hep sararmış morluklarımın öpüleceğine inadurmıştım. İnsan çok gösterdiğinde en görünür yerlerinden öpülüyor ama en özü karanlıkta kalıyor. Sonra bir gün ördüğüm bütün örgülerin sayısını unutuyorum, çözdüğüm düğümlerin ucunu kaçırıyorum, ütülediğim tüm gömlekleri buruşturup rafa kaldırıyorum.

Öyle elim ayağım birbirine dolaştı aşkı görünce. Uzaktan sana göz kırpıyor ama aşk inanır mısın? Kalabalıkta aşkın kokusunu milyonlarca koku arasından seçebiliyorsun. Karanlıkta, kalbin elinde çarparken seni buluyor, gözünün içi gülüyor, sana kalbinin yarasını açıyor, sen de onu hemen bağrına basıyorsun. “Göğsüme yatsın da saçlarını okşayayım.” diyorsun aşık olunca. Yüzünü ellerinin arasına alıp, kimsenin kimseyi öpmediği gibi öpmek istiyorsun. Yangın yeri oluyor kalbin; o kadar büyüyorsun ki bedenine sığamıyorsun. Sığamıyordum kendi bedenime.

Ben şimdi İstanbul’a yola çıkmak için hazırlanan kuşların kulağına daha önce kimsenin kimseye söylemediği aşk şiirlerini fısıldasam, o kuşlar sabaha karşı senin camına konsa, bağır çağır uyandırsalar seni, gagalarını camına vursalar, “Kalk hadi sabah oldu, bak sana nasıl cümleler kuruluyor.” deseler, belki de seni merak etseler, “Kimdir acaba bu kadar çok sevilmiş olan yahu, uyansın da biz de görelim.” deseler, “Uğruna böyle güzel sözler söylendiyse kesin vardır bir hikmeti.” deseler, sen yine sabahın köründe o kuşlara lanet okurdun.

Kuşların böyle bir durumda sana çok aldıracağını düşünmüyorum. Kuş bu sonuçta, öncelikle aynı dili konuşmuyoruz. Tabii hissederlerdi sendeki o huysuzluğu ama uyku mahmurluğuna verirlerdi diye düşünüyorum. Bir de görevleri var, ki görevlerine de çok sadıktır kuşlar, o yüzden yine de en güzel ötüşleriyle karşılarlardı seni. Sen yine de camlarını kapatır, panjurunu çeker, uykuna devam etmeye çalışırdın. Kuşlar için uykunu bölmeye değer mi?

Mesela bir masalın içindeymişiz gibi kaldırımlara heceleri bıraksam, heceleri bıraka bıraka gezsem tüm sokakları, sen o heceler sana dünyanın sırrını söyleyecek olsa bile o heceleri toplama zahmetine girmezdin. Sen çok yorgundun çünkü. Heceleri toplamak, kuşların dilini anlamak zahmetliydi, aşk zahmetliydi, ben ki senin için en zahmetli olandım ve sen yorgundun. Bir-iki hece için yolunu uzatmaya değer mi?

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.