Çakıl Sesleri

Bilinç öyle muazzam bir oluşum ki, hem hayatı, hem de ölümü barındırıyor içinde. Varlığımın bir gün sona ereceği düşüncesinden korkuyor, ne kadar yaşama bağlı kalmaya çalışırsam bir o kadar ölümü getiriyorum gözümün önüne. Ne zaman durulsam, durgunlaşsam, yorulsam, anında hissediyorum o varolmanın dayanılmaz hafifliğini. Sırf bu nedenle, varoluşumun sinir hücrelerini yakar gibi, kendimi insanlığımın sınırlarını zorlarken buluyorum. Bazen de kendimi seçimlerimde söz hakkına sahip olduğum konusunda kandırıyor, kendi hayatımda Tanrıcılık oynuyorum. Bu oyun bana ihtiyacım olan sahte iktidarı, beynimin içinde bulmama yardım ediyor. Düşünce denizimde sağa sola sürükleniyorum durmadan. Hayatın akışkanlığından ne kadar korkuyorsam, bir o kadar seviyorum düşüncelerimin birbirini yutarak geniş bir alana yayılmasını. Kendimi bir anda duyu hafızamı yoklarken buluyorum; çakıllar nasıl da huzur verici bir ses çıkartıyordu dalgalarla birleşince? Küçük bir anı, tozlu raflara kaldırılan eski bir düşünce, beklemediğin anda gelen bir koku, insanı bazen tam olması gerektiği yere, bazen de olmaktan en çok korktuğu yere götürüyor.

Sakin bir sesle soruyor bana karşımda oturan bu tanıdık yüz: “En çok korktuğun yer neresi peki?” Neresi olabilir, tabi ki de bilincimin derinlikleri! Anılarımın beni sürüklediği yerlerden korkuyorum; çakıl taşlarının sesi mesela. Kafamdan çıkmıyor bu ses, durmadan birbirine çarpıyor bu çakıl taşları. Bu düzensiz sesten nefret ediyorum. Sanki kendi içimde kapana kısılmış gibiyim, kendimi burada zorla tutuyor gibiyim; bir sürü şey gibi olduğumu söyleyebilirim fakat olmadığıma emin olduğum tek şey öz benliğim sanırım.

“Bana mı inanmıyorsun?” diye soruyorsun bana kibirle, sanki her şey seninle ilgiliymiş gibi. Sana inanmadığımı nasıl dile getirebilirim ki? İnanıyorum sana, inanmak zorundayım, çünkü seni reddetmek kendimi reddetmek demek aslında. Buraya seni reddetmek için gelmedim.

Aslında bakarsan, buraya neden geldiğimi geldiğimi bilmiyorum. Sebeplerimi sıralayabilirim tabi ki; kendimi nasıl kötü hissettiğimi, paramparça hissettiğimi uzun uzun anlatabilirim, yara aldığım yerleri gösterebilirim sana utanmadan. Bunlardan çekindiğimi sanma sakın, asla çekinmem. Sadece çakıl taşlarının sesi var aklımda ve sana dair bazı anılar.

Ayaklarımı suya sokmaktan korkuyorum. Sen de bilirsin, suya ilk adımı atmak hep zordur benim için. Bu huyumu bildiğin için gülüyorsun zaten bana. Belki de halime gülüyorsun, bilmiyorum. Sana inat sokuyorum suya ayaklarımı. Dalgalar sahile vurdukça, ayaklarımın altından kumların kayıp gidişini hissediyorum. Bir de kulağımda duymaya alıştığım bir ses var: çakıl taşları. Gecenin sessizliğini dolduruyor birbirine vuran taşlar; bizim yerimize konuşuyorlar ve bizim yerimize susuyorlar. Yıllardır beraberler oysa ki, beraber şekillenmişler, nasıl hala bu kadar çok şey anlatabilirler birbirlerine? “Bilmiyorum, onlara sormak lazım.” diyorsun. Sen de bir alemsin, çakıla sorulacak soru mu bu?

Hatırlar mısın, andan başka hiçbir şeye sahip olmadığımız bir boşlukta, deniz kıyısına uzanıp gökyüzünü izliyorduk. İlk kez o gün duydum çakılların sesini; dalga çakılları hoyratça karaya vuruyor, sonra utanması yokmuş gibi kendine çekiyor, çektiği taşları tekrar atıyordu. Çakıl taşları denize, tuza, birbirlerine karışırcasına hareket ediyorlardı suyun içinde. Bu kadar sakin bir denizin böyle çok ses çıkartmasını garipsemiştim. Sen aldırış etmemiştin bu seslere, senin için hayat böyle küçük şeylere aldırış edemeyeceğin kadar kısa çünkü. Oysa ki hayatta kaçırdığın bir şey var Vedat, hayat bu küçük şeylere dair olandır zaten!

Öyle naif, öyle görünmez bir şey ki aşk; ne zaman seni sardığını, ne zaman da başından savdığını anlayamıyor insan. Ben seni her şeye saklamışım; her ağacın altında ismini sayıklamışım, o yüzden unutamıyorum seni. Seni unutmaktan çok, beni ben yapan o hatıralarından vazgeçmekten korkuyorum. Sanki sen olmadığında kendimi daha da yalnız hissederim gibi geliyor.

Kendimizi eksik hissettiğimizde neden kolayca bulamayız sebebini? “Bir şey eksik işte, adını koyamıyorum.” Gitgide özlem duyduğum benliğim olmasın bana kayıp hissettiren? Sanki zaman içinde daha az ben oluyorum, ben olmak çok karmaşık bir şey oluyor, ipin bir ucunu yakalasam bile diğer ucuna varana kadar daha çok karıyorum kendimi. Sanki en başa dönsem, her şey tertemiz olsa, taşlarımı yavaş yavaş, emin adımlarla koysam, daha çok bilirdim kendimi. Bazen kendimi o kadar az tanıdığımı hissediyorum ki, hayallerimi sanki bir yabancıymışım gibi izliyorum. Kaçmak istiyorum, yürümek, uzaklaşmak, başka bir yerde, başka bir insan olup, başka bir gerçeklikte kendimi var etmek istiyorum. Beni en iyi sen anlıyorsun Vedat, belki bu kadar konuşmama bile gerek yok. Kafamda bir sürü soru var, onların cevabını arıyorum sadece. Varlığım ne zaman bir bütün olacak? Çakıllar nasıl ses çıkartıyordu kıyıya vurduklarında?

Çok konuştum, biliyorum. Belki de sen az konuştun sadece. Umarsızca bakıyorsun yüzüme, nefret ediyorum bu bakışından. Çocuksu hallerime, şımarıklığıma, aptallığıma kızar gibi bakıyorsun yüzüme. Ayrılık tahminimden daha zormuş Vedat. Duvarların üstündeki çizgilere bakıyorum, çakıl taşlarını dinliyorum, bazen bir kahve koyuyorum, eskiden bunları seninle yapardım, şimdi tek başıma yapıyorum. Gittiğini kabul etmek istemiyorum. Sadece kulağımda çakılların sesi var.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.